Fotoğrafçılık Dersleri
DERS 1: Kompozisyon ve Etki!
Evet o fotograf cok guzel ama Neden guzel?
Sonucta beynimizde buna karar veren bir mekanizma olmali. eger bu mekanizmayi biraz daha iyi anlayabilirsek fotograftaki elemanlari kareye ona gore yerlestirirsek daha cok guzel fotograf olusturma sansimiz artabilir. yazinin geri kalan kisminda insan gozune neler guzel geliyor bunlara bir kac ornek vererek deginecegim.
Kural 1: Yaklasabildigin kadar yaklas;
konuyu ne kadar vurguluyorsaniz, vermek istediginiz mesaji o kadar kolay verebilirsiniz. bunu yapmanin milyonlarca yolu olabilir ama en kolayi konuya olabildiginice yakinlasip arka plandaki herseyi yok etmek.
Diyelimki bir cicegin fotografini cekmek istiyorsunuz arka plandaki sandalye, yada cicegin saksisi hatta yesil yapraklar bu karede olmalimi? Izleyiciye vermek istediginiz mesaj ne? neye dikkat cekmek istiyorsunuz? yada cicegin kendisimi?
birdahaki sefer bir cicek fotografi cekerken tripotunuzu kurun (yada kamerayi kitap yigini gibi bir sey uzerine sabitleyin)ve cicege yaklasabildiginiz kadar yaklasin taki butun kareyi cicek doldurana kadar. (buna fotografcilikta kareyi doldurmak denir)
bu fotografi gosterdiginizde neyin ilgi cekmesini istiyorsaniz bu son karede o cokca bulunsun. cicegin saksisi yada yesil yapraklari ne oranda olmali ama her halukarda cicegin kendisi focusta olmali.
arka plandaki sandelye ve diger dikkat dagitan seyleri tamamen karenin disinda birakmali.
iste bir kac ornek:
Kural 2: Kompozisyon
Bir noktayi kare içine yerlesirmenin sonsuz yolu vardir. Ilk akla gelen karenin ortasina yerlestirmektir. Bir çok durumda ise yarar ama her zaman en iyi yöntem olmayabilir. Neden yukari yerlestirmeyelim? Neden asagida olmasin? Ben sagda olsun istiyorum. Dogrusu farkli problemler için farkli çözümler üretmekte fayda var, bazen en iyi çözüm esege ters binmektir. Noktanin ortada olmasi statik bir fotograf yaratir. Nokta saga dogru hareket eden bir araba ise ve fotografin sagina yerlestirilmisse izleyen kiside çekerken geç kalinmis hissi uyandiracaktir. En iyisi arabanin önünde bir sey bulunmayacak sekilde sekilde sola yerlestirilmesidir.
kare diye adlandirsamda aslinda bir fotograf bir dikdortgendir, ve bu karede bazi noktalar veya cizgiler guzel bir fotograf icin onemli. simdi bunlardan bazilarini gorelim.
I. Altin Noktalar ve 1/3 kurali (The Rule Of Thirds And The Golden Mean )
kareyi alip yatay ve dikey olarak 3′e bolun.
bu cizgiler fotografiniz icin bir sablon olmali, konuyu fotografiniza yerlestiriken bu cizgileri kullanin, mesela gokyuzuyle kara parcasi yada agaclarin ayrim cizgisi bu cizgiler uzerinde olabilir.
bu cizgilerin kesistigi noktalarada Altin noktalar denir.
kesisimden dolayi olusan bu noktalara yerlestirdiginiz konu goz tarafindan guzel olarak algilanmaktadir, Neden? diye soranlar internette bu konuda matematiksel aciklamada dahil olmak uzere pek cok makale bulabilirler. kisaca soyle diyebilirizki bu doganin tercihi.
bu nokta ve cizgilerin nasil kullanilacagina iliskin bir kac ornek:
II. Ucgen kurali:
karenin icinde olusturulan bir ucgen kullanilarak konunun kareye yerlestirilmesi.
kullanimina iliskin ornek
III. Cerceve kullanma
fotografinizi cevrede bulunan baska nesnelerle cerceve icine almak, bunu ornekle anlatmak aciklamaktan daha kolay olacagi icin asagidaki fotograflari incelerseniz bu konuyu daha iyi anlayabilirsiniz.
bu fotoda pencere cerceve olarak kullanilmis.
IV. yol gosteren yollar:
yollar ve patikalar karenin icinde etkinligi arttirmak icin kullanilabilirler.
bu fotograftaki patika ormana giriste size yol gosteriyor, yesil ve kahverengi guzel bir tezat olusturmus.
bu fotograftaki yol sizi konuya yonlendiriyor, gokyuzu ile daglarin birlesim noktainin 1/3 kuralina gore yerlestirildigine dikkat edin.
V. Daire
bu teknik temel teknigimiz olan 1/3 teknige uymaz o yuzden kulanilmasi zor bir tekniktir ama dogru sekilde kullanildiginda cok guzel fotograflar elde etmek mumkundur. izleyincinin gozu kare icinde daire cizer. bu teknikte kare icinde baska bir sey bulunmamali.
VI. Ritim
konu olan sekli tekrarlayarak goresel bir ritim olusturmaktir.
VII. Negatif uzay
gercek nesne karenin kucuk bir kismini doldurur. negatif uzay genelde nesneyi kucuk gostermek yada nesnenin genis acik alanda bulunuyor hissi vermek icin kullanilir.
Kural 3: Daha iyi bir yol varmi??
Fotograf makinanizi alip bir seyler cekmek istediginizde, once bir konunun cevresinde donun, farkli acilardan gorun, nerden daha guzel gozukebilir, kamerayi yan cevirin her acidan bir suru fotograflar cekin gerekirse bir merdivene cikin yukaridan cekin yada asagidan cekin, yaklasin uzaklasin kareye aldiginiz nesneleri farkli yerlestirin. sonucta eve geldiginizde size cok absurd gozuken bir fikrin gorsel olarak sasirtici guzellikte bir sonuc verdigini goreceksiniz.
bu dersi bir kac defa okumanizi oneririm eger bu konularin daha once farkinda degilseniz cektiginiz fotolarin kalitesinde buyuk bir degisikik olacagini garanti ederim. eger ingilizce biliyorsaniz bu yaziyi yazarken esinlendigim(caldigim) orjinal sitesini okumanizi tavsiye ederim http://www.morguefile.com/archive/classroom.php?lesson=1
Temel Fotoğrafik Terimler
Bu bölümde, fotoğrafçılık ile ilgili makaleleri okurken veya bu konuda sohbet ederken karşılaşacağımız terimler ve anlamları üzerinde duracağım. Daha sonra hazırlayacağım bir bölümde ise, dijital fotoğraf dünyasının kendine özgü terimleri üzerinde durmaya çalışacağım.
Bunun için fotoğrafın nasıl çekildiğini kısaca anlatmaya çalışayım.
Fotoğraf, lens üzerinde düşen görüntünün, mercekler yardımıyla film veya CCD/CMOS adı verilen sensörlerin üzerine düşmesiyle elde edilir. Bu süreçte fotoğrafçı, üç temel parametreyi belirleyebilir. Bunlar diyafram, enstantene ve ISO değerleridir. Diyafram, filme (veya CCD�ye) düşecek ışığın ne kadar geniş bir aralıktan gireceğini belirler. Enstantene ise, bu aralıktan giren ışığın, ne kadar süreyle film (ya da CCD) üzerine yansıyacağını belirler. ISO ise, filmin veya CCD�nin, bu ışığa ne kadar duyarlı olacağını belirler.
Bu üç parametre de, temelde ışığın miktarını artırma veya azaltma anlamına gelir. Diyafram ne kadar açılırsa, film üzerine o kadar fazla ışık düşecektir. Benzer şekilde, enstantene yani örtücü perde ne kadar süreyle açık kalırsa, bu ışık o kadar fazlalaşacaktır. Keza ISO ne kadar duyarlıysa, filmin (CCD�nin) ışığa verdiği tepki de o kadar fazla olacaktır. Bunların herbirinin film üzerindeki etkisi farklı efektler elde etmemizi sağlar. İşte bu da, fotoğrafın sanatsal kullanımı konusunda temel bilgilerimizi oluşturmaya yarar.
Bu bölümde ışık miktarının hesaplanması gibi matematiksel formüllere değinmeyeceğim zira formüller bazen sıkıcı olabiliyor. Onun yerine, örneklerle anlatmayı tercih edeceğim.
Diyafram (Aperture)
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, diyafram ışığın girmesi için bir deliktir ve fotoğrafçı tarafından açılıp, kapatılabilir. Aşağıda diyaframın iki hali görülmektedir. Soldaki hali, en kapalı şekli, sağdaki hali ise, en açık şeklidir.
Diyafram �stop� olarak tanımlanan bir birim beraberinde bir değerle ifade edilir. Bu değer küçüldükçe diyafram daha fazla açılır, değer büyüdükçe, diyafram daha fazla kısılır. Yani soldaki diyafram kapalı olmasına rağmen, stop cinsinden değeri daha yüksektir. Sağdaki diyafram ise, çok daha açık olmasına rağmen, stop cinsinden değeri daha küçüktür.
Diyafram değerleri, 1, 1.4, 2.0, 2.8, 4.0, 5.6, 8, 11, 16, 22… şeklinde gider. Bunlara ek olarak ara duraklar da vardır. Örneğin 3.5 gibi. Her bir diyafram değeri, öncekinden iki kat fazla ışık anlamına gelir. Yani diyafram değeri bir durak (stop) küçülürse, aslında diyafram bir stop daha açılmış olur ve makinenin içine giren ışık miktarı, iki katına çıkar. Bu bir kuraldır ama matematiksel temeli de vardır. Her bir diyafram değerinin karesi, bir sonraki değerin karesinin yarısına eşittir. Bu da aklımıza �dairenin alanı hesaplaması� formülünü getiriyor.
Diyaframı birer seviye açma (değer düşürme) ve kapama (değer artırma) ile, bir kat daha fazla ışık alırız film üzerine ya da eksiltiriz. Aşağıda değineceğimiz enstantene de aynı işi yapar. Peki o zaman bunları değiştirmek, neyi değiştiriyor ?
Bu değerleri değiştirmek, bize görüntü üzerinde efekt uygulama şansı vermektedir.
Açık diyafram (düşük değer), odaklanan objeyi netleştirirken, bu odak mesafesi dışında kalan objeleri giderek bulanıklaştırır (blur). Bu da objelerin ön ve arka planlarını temizlememize ve objenin kendisini öne çıkarmamıza yardımcı olur. Kısık diyafram ise, net alanın daha fazla olmasını sağlar. Yani çalışma ilkesi aynı gözümüz gibidir. Gözümüzü çok fazla açıp bir objeye bakarsak, arka planın hafifçe bulanıklaştığını görürüz.
Aşağıda, diyaframın 2.8�e kadar açılarak, arka plandaki şelalenin bulanıklaşması ve objenin öne çıkarılması sağlanmıştır.
Her lens, her diyafram aralığını sunamaz. Bir lensin gücü ve kalitesi, sunabildiği açıklık-kapalılık alanı ile de ölçülür. Günümüzde pahalı ve kaliteli lensler, çok düşük diyafram değerlerinden (maksimum açıklık), çok yüksek diyafram değerlerine kadar bir seçenek sağlar. Diyaframı çok açılabilen lenslere hızlı lens denir çünkü o lensler, film üzerine daha hızlı bir şekilde bol ışık düşürebilir.
Consumer serisi dijital kameralar ise bu konuda fazla güçlü değildir ve sunabildikleri diyafram aralığı, (genellikle) 2.0 ile 8 arasında, 2.0, 2.8, 4, 5.6 ve 8 olarak toplam 5 stoptur (birimdir).
Zoom lenslerde özel bir durum söz konusudur. Bir lens, en az zoom durumunda sunduğu diyafram açıklığını, en fazla zoomda sunamaz. Yani maksimum zoom ile minimum zoom arasında yarım, bazen bir stop fark oluşur. Bu optik/mekanik bir durumdur.
Fotoğrafçının, fotoğrafla ilgili temel becerileri, doğru diyafram değerini kullanması ile ortaya çıkar. Yani değiştirebileceğimi diyafram, enstantene ve ISO değerlerinden belki de en önemlisi, diyaframdır.
Portreler çekilirken, genelde açık diyafram kullanılır, buna karşılık manzara fotoğrafları genelde kısık diyaframla çekilir. Diyafram ve alan derinliği konusuna aşağıda �Net Alan Derinliği� başlığında değineceğiz.
Enstantene (Shutter)
Film üzerine düşecek ışığın süresini belirlemeye yarar. Bir perdedir ve belirlediğiniz süre boyunca açık tutulur ve ardından kapanır. Bu süre içinde lensten ve diyaframdan süzülen ışık, film üzerine yansıtılır. Ölçü birimi yine stoptur ve kendisine göre özel artış katsayılarıyla gider. Obtüratör, enstantene, shutter, perde, örtücü gibi isimlerden herhangi bir tanesi kullanılabilir. Yaygın kullanımı ise pozlama süresi şeklindedir.
30, 15, 8, 4, 2, 1, ½, ¼, 1/8, 1/15, 1/30, 1/60, 1/125, 1/250, 1/500, 1/1000….. şeklinde gider ve ışığın kaç saniye boyunca fotoğraf filmi ya da CCD üzerine düşeceğini belirler. Dikkat edilirse, süreler bir öncekinin yarısı şeklindedir ya da tersinden bakılınca, aynı diyafram gibi, bir stop noktası, kendisinden önceki veya sonrasının iki katı ya da yarısı kadar ışık sağlar filme.
Aslında normal kullanımda bu değerler, ortamdaki ışığın miktarına göre 1/30 sn ile, 1/500 civarı arasında değişir ama pozlama süresi (enstantene) ile oynayarak, fotoğrafa katacağımız çok fazla şey vardır. Çok yüksek enstanteler, filme çok az süreyle ışık girmesini sağlayacak, buna karşılık hareketi �dondurmamızı� sağlayacaktır. Keza düşük değerler ise, filme daha fazla ışık girmesini sağlayacak fakat hareketi hissettirecektir.
Örneğin gerilerek topa vuran bir çocuğu düşünün. Tam topa vurduğu anda fotoğrafını çektiğimizi varsayalım. Eğer 1/1000 sn gibi bir enstantene kullanırsak, çocuk topa vurduğu anda dondurmuş oluruz görüntüyü. Buna karşılık 1/15 enstantene ile çekim yaparsak, çocuğun topa doğru gelen ayağı, hafif bulanık şekilde belli olur ve topun hareketi izleyici tarafından farkedilir.
Aşağıdaki örnekte havadaki damlaların donmasına dikkat edin.
Bu örnekte yaklaşık 1/30 gibi bir pozlama süresi süresi kullanılmıştır. Eğer bunu 1/125 veya 1/250 olarak pozlasaydım, havadaki damlacıklar adeta donacak, çocuğun el hareketi hissedilmeyecekti. Benzer şekilde 1/8 gibi bir pozlama süresi kullansaydım, tripoda gereksinim olacaktı ve bu sefer havadaki damlacıklar daha uzun olacak, fakat çocukların hareketleri çok fazla bulanıklaşacaktı. Sağdaki kız çocuğunun ellerindeki bulanıklık, o ellerin hareketli olduğunu göstermektedir. Yani aslında tam da olay anı çekilmiş, çocuk iki eliyle arkadaşına su püskürtürken, diğerinin savunması, havada uçuşan damlacıkların bıraktığı izler ve diğer faktörler, bize orada çok yoğun ve ani hareketlerin olduğunu göstermektedir.
Tabi bu, konuyu anlatmak üzere örnek bir fotoğraf. Ama pek de iyi bir çalışma sayılamaz zira arka planda çok fazla obje var dikkati dağıtan.
Uzun pozlama gerektiğinde yani 1/30 sn veya daha uzun süre (1/8, ¼, 1 sn vb) pozlama yapılacaksa, tripod adı verilen bir üç ayak sistemi kullanılmalı ve fotoğraf makinesi sabitlenmelidir. Aksi takdirde, eldeki titremeler, fotoğrafı bozacaktır. Eğer ortamda bir tripod yoksa, fotoğraf makinesini sabitlemek gerekir. Bu amaçla yapılabilecek en iyi şeylerden birisi, bir yere yaslanmak olmalıdır.
Gece fotoğrafları, uzun pozlama süreleriyle çekilir. Buna karşılık diyafram, mümkün olduğunca kısılarak, uzaktaki ve yakındaki objelerin netlemesi yapılır. Zaten diyafram çok kısıldığı için ışık iyice azalacağından, pozlama süresini uzun tutarak, objelerin film üzerinde belirmesi sağlanır. Aşağıda, aynı mekan ve zamanda iki ayrı fotoğraf görülmektedir.
Bu fotoğrafların her ikisi de diyafram 8 olacak şekilde çekilmiştir ama ilkinde perde 8 saniye açık kalmış, ikincisinde ise 30 sn. açık kalmıştır.
Yani ikinci fotoğraf, birinciye göre 2 stop fazla pozlanmıştır (1, 2, 4, 8, 15, 30, 60 sn şeklinde gideceğini hatırlayalım). Dolayısıyla ikinci fotoğrafta bazı patlamalar oluşmuş, minare ve şerefelerinde detay kalmamıştır. Eğer bir fotoğrafı da 2 sn pozlasaydık, o da ilkine göre 2 stop eksik pozlanmış olacak, bu sefer de fotoğraf fazla karanlık kalacaktı.
Fotoğrafçı, pozlama süresini kullanarak, ışığı artırmak suretiyle bazı gece çekimleri yapabildiği gibi, hareketin varlığını fotoğrafa da yansıtabilir. Ama pozlama süresi ve diyafram, birbirlerinin karşıtı unsurlar olduğu için, bazen birbirlerine yardım amaçlı da kullanılırlar.
Örneğin bir poz için diyaframı fazlasıyla açmamız gerektiğini düşünelim. Ama ortamdaki ışık çok fazlaysa, diyaframı iyice açınca, poz patlayacak yani overexpose olacaktır. Bu durumu engellemek için, pozlama süresi kısılabilir. Benzer şekilde geceleyin bir sahildeki ışıkları pozlamak istediğimizde, diyaframı mümkün olduğunca kısmamız gerekir ki, o uzaktaki ışıkları net bir şekilde pozlayalım. Diyafram kısılınca film/CCD üzerine az ışık düşeceği için, bu kez kapkaranlık bir fotoğrafla karşı karşıya kalırız. Bu durumda pozlama süresini uzatarak, gerekli ışığı sağlarız.
Yani diyafram ve pozlama süresi (enstantene), birbirlerine yardımcı olmak amacıyla kullanılır ve ters orantılı bu iki unsur, içeri giren ışığı dengelemek amaçlı olarak artırılır veya azaltılır. Eğer ışık doğru dengelenmezse, ya overexpose (patlama) olur, ya da underexpose olur (eksik pozlama, karanlık kalma).
Bu arada dijital makinelerde iki ayrı tip perde olduğunu söylememiz gerekiyor. Bunlardan ilki mekanik perdedir ve kimyasal makinelerle aynı şekilde çalışır. İkinci tip ise dijital perdedir ve bu perde aslında lojiktir. Yani ortada bir perde yoktur, sadece CCD veya CMOS sensörünün elektronik olarak devreye alınıp, devreden çıkarılması şeklinde çalışır.
Dijital fotoğraf makinelerinin bir farkı da, ara pozlama süreleri konusunda çok detaylı sonuçlar verebilmesidir. Örneğin 1/159sn gibi bir pozlama süresiyle kimyasal fotoğraf makinesinde karşılaşmazsınız ama dijitallerde böyle olabilir (aperture priorty ve auto modlarında. Ki bu modlara daha sonra değineceğiz).
ISO
Eskilerin ASA dediği ISO, filmin ışığa duyarlılığını belirler. ISO değerleri, genel olarak 50, 100, 200, 400, 800, 1600 şeklinde gider. Ama bazen ara değerler de kullanılabilir (80 gibi). Kimyasal fotoğrafçılıkta, fotoğraf üzerindeki kimyasalların daha duyarlı olması, dijital fotoğrafçılıkta da, elektronik ışık sensörlerinin daha duyarlı olması ile sağlanır. 200 ISO ile çekilen fotoğraf, tüm diğer parametreler aynı olması durumunda (ışık koşulları, diyafram, enstantene), 100 ISO ile çekilene göre iki kat fazla ışık alır.
Yani ISO değerleri de, aynı pozlama süresi ve diyafram gibi (f-stop), ışığı artırmak veya azaltmak için kullanılır. Kimyasal fotoğrafçılıkta ISO değeri, fotoğrafçı tarafından kafasına göre değiştirilemez. Makineye takılan film makarası ne ise, onu ayarlayıp kullanmalıdır ama dijital fotoğrafçılıkta iş biraz farklıdır. Kullanıcı, sensör duyarlılığını dilediği gibi değiştirebilir.
Yüksek ISO değeri olan filmlere �hızlı film� denir zira bu filmler, daha fazla ışık aldıkları için, daha kısa pozlama süresi kullanma olanağı sağlarlar. Örneğin, diyaframın aynı olduğu bir durumu düşünürsek, 100 ISO bir film/CCD duyarlılığı ile, bir pozu ideal olarak 1/15 sn pozluyorsak, 200 ISO bir filmde aynı ışık miktarını 1/30 ile elde ederiz.
İlk başta aklımıza �o zaman hep yüksek ISO kullanıp, ışıktan ve zamandan kazanalım� gibi bir fikir gelebilir. Ama kazın ayağı öyle değildir. Zira filmin/CCD�nin ışığa duyarlılığı yükseldikçe yani ISO arttıkça, fotoğrafta �grain� (gren) adı verilen kumlanma oluşur. Dijital fotoğraflarda bunun adı ise �noise� yani çok küçük noktacıklar şeklindedir.
Bu durumda yüksek ISO bize hız sağlarken, düşük ISO da netlik sağlayacaktır. Ama bazen netlik yerine, hız ve ışıktan kazanma önem kazanır. Mesela gece bir hatıra fotoğrafı çekmek istiyoruz ama tripod yanımızda değil. Bu durumda uzun pozlama yapamayız, yaparsak net görüntü elde edemeyiz. Ama ISO�yu birkaç stop artırarak, pozlama süresini birkaç stop düşürebiliriz. Böylece kısa süre içinde titretmeden fotoğraf çekebiliriz. Ama küçük kumlanmalara (veya noise) razı olmak kaydıyla.
Net Alan Derinliği (Depth Of Field)
Net alan derinliği, genelde DOF olarak kısaltılır ve odaklanan objeden öncesi ve sonrasının net olup olmayacağını, olacaksa ne kadarlık kısmının net olacağını belirler.
Net alan derinliğini etkileyen en temel parametre, diyaframdır. Diyafram açıldıkça, net alan derinliği azalır. Diyafram kapandıkça, net alan derinliği artar. Fotoğrafçılıkta en çok kullanılan tekniklerden birisidir.
Net alan derinliğini (DOF) düşük tutmak, objenin arka ve ön planlarını bulanıklaştırmayı sağlar. Çoğu zaman objenin ön tarafı boştur ama arka planı temizleme şansımız olmaz. Bu gibi durumlarda diyaframı mümkün olduğunca açmalı, ışık fazlalığını engellemek için de pozlama süresini düşürmeliyiz. Böylece odaklandığımız objeler çok net çıkacak ama arka plan bulanıklaşacak ve fotoğrafa çok hoş bir hava katılmış olacaktır.
Net alan derinliğini artırmak gereken durumlarda ise diyaframı kısmamız yani yüksek diyafram değeri kullanmamız gerekir. Manzara fotoğrafları veya arka planı da fotoğrafa katmak istediğimiz durumlarda, net alan derinliğini yüksek tutmalıyız.
Net alan derinliğini etkileyen bir diğer faktör ise, fokal uzaklıktır. Kafamızı karıştırmamak için, buna zoom diyelim şimdilik. Bir objeye ne kadar zoom yaparsak, net alan derinliği de o kadar azalacak ve arka plan blurlaşacaktır. Bu mercekler ve optik ile ilgili bir konudur. Burada daha fazla detayına girmeye gerek yok.
Makro fotoğraflar, diyaframın çok açılıp, objenin çok yakınından odaklanıldığından (bir anlamda zoom), net alan derinliği çok azdır. Makro fotoğraf konusuna ileride değineceğim.
Net alan derinliğini azaltmak ve artırmak için zoom kullanılabileceğini belirtmiştik ama bu, diyaframın sağladığı kadar bir güç sağlamaz fotoğraf üzerinde. Doğru ve güçlü bir DOF için, temel parametremiz diyafram olmalı, ikinci parametremiz ise zoom olmalıdır. Diğer bir deyişle, net alan derinliğini en düşük tutmak için, diyaframı mümkün olduğunca açmalı, ek olarak gerektiği kadar zoom yapmalıyız. Yukarıdaki örneklerimizden şelale önündeki kız çocuğu, net alan derinliği konusunda iyi bir örnektir zira burada hem diyafram açılabildiği kadar açılmış, hem de gerektiği kadar zoom yapılmıştır.
Burada lensler ile ilgili bir detayı da belirtmekte fayda var. Lensler, zoom yaptıkça en açık diyafram pozisyonundan kaybeder. Yani zoom yapmadan önce 2.0 açıklığa ulaşabilen bir diyafram, zoom sonrası 2.8�den daha fazla açılamayabilir. Bu, optik/mekanik bir durumdur.
Makro Fotoğraf
Makro, temel olarak bir objeyi çok yakından çekmek olarak tanımlanabilir. Aslında bunun bir ölçüsü de vardır ve 1:1�dir. Yani bir obje, 36×24 mm boyutlarındaki filme sığacak şekilde, gerçek büyüklüğü ile çekildiğinde makro olarak tanımlanmalıdır ama günümüzde close-up (yakın plan) veya 1:1�den daha büyük yakınlaştırmalara bile makro diyebiliyoruz.
Makro çekim, lens kapasitesi ve makinenin yetenekleri ile ilgilidir. Günümüzde dijital fotoğraf makinelerinin çoğu makro çekim moduna sahiptir ama kimyasal (analog) makinelerin kendisi, doğrudan bu yeteneğe sahip olmaz. Onlarda, lensin modeli bu olanağı sağlar.
Her ne kadar makro 1:1 olarak tanımlansa da, günümüzde yakın plan her çekim makro olarak değerlendiriliyor. Oysa bu tip yakın plan çekimlere close-up adı verilmektedir. Ama makro çekeceğimiz her objenin 36×24 boyutlarında olmasını da bekleyemeyiz.
Makro fotoğrafçılığı, basit bir hevesin ötesindeyse, ciddi yatırımlar gerektirir. Bunun için ek lensler, konvertörler, makro flaşları vb. almak gerekir. Ama bu yatırımlar, ancak ciddi paralarla yapılabilir. Bu sebeple, dijital makinelerin makro çekim modları, bizim için kurtarıcı olmaktadır.
Aşağıda bir close-up çekim vardır ama bunu makro olarak isimlendirmek pek de abes kaçmaz.
Vizör
Vizör, fotoğrafı çekerken baktığımız minik göze verilen isimdir. Yabancı dokümanları okurken Viewfinder olarak karşılaşırız.
Günümüzde vizörün yerini tutan LCD�ler de kullanılmaktadır ama bunlar, vizör kadar hakimiyet sağlamaz. Dijital kameralarda ise birkaç tip vizör bulunur. Bunlar optik TTL vizör, elektronik vizör ve normal vizördür.
Normal vizörler, makinenin sol üst köşesinde yer alır ve önden bakıldığında arkası görülebilen bir mekanizmadır. Bu tip vizörlerin çok ciddi bir sorunu vardır. O da, fotoğrafı çekilen objenin görüş açısı ile, o fotoğrafın filme düşüş açısının farklılığıdır. Buna parallax hatası adı verilir. Parallax hatası, çok ciddi bir sorun olur bazen ve hiç istenmeyen sonuçlar yaratabilir. Aşağıda, parallax hatasının nasıl oluştuğuna ilişkin bir imaj görüyorsunuz.
Görüldüğü gibi vizörden baktığımızda objenin belden yukarısı çerçeve içindeymiş gibi görülürken, aslında fotoğrafın çekileceği açıdan bakıldığında, obje çerçeve dışında kalır ve bu, çok kötü bir sonuçla karşılaşmamızı sağlar. Genelde kompakt (basçek) makinelerde bulunur.
Buna karşılık, TTL vizörler vardır. Bu vizörlerde görüntü, doğrudan objektiften gelir ve aynalar yardımıyla, vizöre yansıtılır. Bu şekilde alınan görüntü, makinenin çekeceği gerçek görüntü olacağı için, en iyi vizör tipi budur. SLR makinelerde bulunur.
Bir üçüncü vizör tipi ise, elektroniktir ve dijital kameralarda bulunur. Birçok orta sınıf dijital kamera, bu vizöre sahiptir. Bu vizör, aslında elektronik bir ekrandır ve CCD�ye düşecek görüntü, elektronik olarak oraya yansıtılır. Birçok kişi için rahatsız edici bir vizördür ve çoğu zaman lag (gecikme) hissi verir.
Bunların dışında, dijital kamera kullanıcılarının çoğu, LCD�yi kullanır. Pek ergonomik olmamakla birlikte, bu da teknolojinin getirdiği bir olanaktır ve fotoğrafçılığa yeni adım atan ve önce dijital kamera ile tanışan kesim, LCD konusunda daha toleranslıdır.
SLR
SLR, bir makine modelinin genel adıdır. Bu fotoğraf makineleri, Single Lens Reflex denen bir ifadenin kısaltmasıdır ve çalışma mantığı, filmin oluşmasından önce bir aynanın kalkarak, ışığı makinenin içine almasıdır. O ayna, kalkmadan önce görüntüyü vizöre yansıtmaktadır ve fotoğraf çekilirken çıkan ses, o aynanın ve mekanizmasının hareketine aittir (ki çoğu kişi bu sesi çok sever).
SLR makineler asıl adını buradan almakla birlikte, günümüzde �lensi değişebilen� makineler olarak algılanmaktadır. Lensi değişebilen bu makineler, her amaca göre ayrı lens kullanımına olanak sağladığı için büyük esneklik sunarlar.
Profesyonel çalışmaların büyük bölümü, SLR veya dijital SLR (dSLR) cihazlarla yapılır. Biraz büyük ve kaba olmalarına rağmen, ergonomiktirler ve profesyonel bir hava verirler.
Günümüzde dijital makineler kompakt ve SLR şeklinde ayrılırken, bir de SLR-Like denen ve tipi SLR makinelere benzediği halde, lensi değiştirilemeyen makineler çıkmıştır. Çünkü birçok fotoğrafçı, çekim yaparken objektifi sol avuç içine yerleştirmeyi sever ama malesef kompakt makineler böyle bir imkan sağlamazlar.
Çekim Modları
Fotoğraf makineleri, kullanıcılarına çeşitli kolaylıklar sağlarlar. Bunların başında, amaca yönelik çekim modları gelir.
- Diyafram öncelikli (aperture priority) : Fotoğrafı çekerken, diyaframı bizim ayarladığımız, buna karşılık pozlama süresinin makine tarafından ayarlandığı durumdur. En sık kullanılan çekim modlarından birisidir. Ben genelde bu modda çekim yapıyorum örneğin.
- Enstantene öncelikli (shutter priority) : Çekim sırasında pozlama süresini bizim ayarladığımız, buna karşılık o pozlama süresine göre makul ışık girmesini sağlamak için diyaframın makine tarafından ayarlandığı durumdur.
- Manual çekim : Hem diyafram ve hem de pozlama süresinin fotoğrafçı tarafından belirtildiği durumdur. Uzmanlık ve bilgi ister. Ciddi bir ışık bilgisi gerektirdiği için, acemiler tarafından yaygın kullanılmaz.
- Otomatik mod (Auto mode) : Size sadece kareyi belirleyip, deklanşöre basmayı bırakan moddur. Tüm yeni kullanıcılar için en ideal moddur zira ortamdaki ışığa ve diğer öğelere göre pozlama süresi ve diyafram otomatik olarak ayarlanır. Anı fotoğrafları için en ideal moddur. Zira anı fotoğrafları (çoğunlukla) görsel efektlere ihtiyaç duymaz. Ben bu modu da sık sık kullanıyorum. Yani otomatik modda çekim yapmak pek de ayıp değil
- Makro Modu (Macro mode) : Makro çekimler yapmak için kullanılır
- Sürekli çekim modu (burst/continious mode) : Bazen hareketli bir objeyi, birkaç kare ardarda çekmek gerekebilir. Bu gibi durumlarda, burst modu kullanılır ve (makinenin kapasitesine göre) saniyede belli sayıda pozu, ardarda çekerek kaydeder. Spor müsabakalarında, doğa fotoğrafçılığında hareketi yakalamak (decisive moment) için kullanılır. Günümüzün gelişmiş dijital makineleri, saniyede 3-4 kare çekim yapıp, bunu 3-4 saniye boyunca sürdürebilmektedir.
Otomatik ve Manuel Odaklanma
Fotoğraf çekilirken biz farketmeden, arka planda çok şey yapılır. Bunlardan kullanıcıya düşen ve en zor olan şeylerden birisi de odaklanmadır. Daha doğrusu odaklanma idi. Ta ki, otomatik fokuslama sistemleri geliştirilene kadar. Bu sistemler, hedefteki objeyi farkeder, ona göre mesafe ölçümünü yaparak, odaklanmayı sağlarlar.
Otomatik fokuslama öncesinde fotoğrafçılar, nesneye odaklanmak için kendileri uğraşırlar ve bir halkayı çevirerek, o nesnenin en ideal halini yakalamaya çalışırlardı. Bu da oldukça zor bir iştir zira ufacık bir vizörden, uzaktaki bir objenin netliğini anlayabilmek ve buna göre ayarlama yapabilmek hayli zordur.
Bu yüzden otomatik fokuslanabilen lensler, fotoğrafçılığı hayli kolaylaştırdı. Otomatik fokuslamada muhtelif yöntemler kullanılır objeyi tespit edebilmek için. Bunlardan en bilineni, kontrast�tan yola çıkarak objeyi seçen sistemdir. Günümüzün bazı dijital fotoğraf makinelerinde laserli odaklama bile kullanılabilmektedir ama hala en ideal yöntem, kontrast�tır. Zaten laserli (hologram) sistemler de, kontrast oluşturmak için devreye girerler.
Manuel fokus yapabilmek için, lens üzerindeki halkayı sağa veya sola çevirerek, netleme yapılması gerekir. Günümüzün consumer tipi fotoğraf makinelerinin çoğu manuel fokus yapmaz. Sadece otomatik fokusla çalışır. Daha gelişkin cihazlar ise fotoğrafçıya manuel fokuslama olanağı sağlar ama pek çok fotoğrafçı bunu kullanmaz zira gerçekten zordur. Zaten günümüzde lens kalitesini belirleyen temel etmenlerden birisi de, otomatik fokuslama hızı ve bu konudaki güvenilirliğidir.
Manuel fokusun en önemli olduğu zamanlar, düşük ışık ortamlarıdır zira günümüzdeki ortalama lensler, düşük ışık ortamında bazen odak sapması yapabilmektedir zira düşük ışık, kontrastın da düşük olması demektir.
http://www.pclabs.com.tr/2003/09/22/temel-fotografik-terimler/